Karanlığa ışık yakalayan kadın Müge Anlı üzerine harika bir yazı!
”Konutta olduğum sabahlar tahammül edebildiğim son hududa kadar Müge Anlı’yı izlemeye çalışıyorum, bugüne dek neler görmedim ki:
Kimin kimin karısıyla/kocasıyla münasebeti olduğunu stüdyodaki üç yüksek eğitimli bireyin çözemediği köyler,
Eniştesiyle kaçan kızlar, geliniyle ilişki yaşayan kayınpederler, bacanağıyla yaşadığı ilişkiyi bildi diye kayınpederini öldürüp baraja atan tülbentli basma etekli kadınlar,
Para karşılığı beraber olduğu kadının oğlunu buna tanık oldu diye öldürüp tarlaya atan adam ve oğlunun cesedinin yerini bildiği halde stüdyoya gelip ağlayan, gözüne kalem sürükleyen anne,
Anneannesine tecavüz edip cesedini ormana atan torun ve bu torunu mapusa attırdılar diye kardeşlerine beddualar eden annesi,
En yakın dostunu alkol masasında öldürüp hiçbir şey olmamış gibi cenazesine giden adamlar,
Karısını öldürüp apartman boşluğuna atan imam,
Çocuğunu çocuğu olmayan kardeşine satıp sonra 20 bin tl borç vermedi diye geri isteyenler,
“Portakaldan muska çıkarıyorum” diyene akraba konutluluğundan dolayı sakat doğan çocuğunun operasyon parasını sorgusuz sorusuz verenler,
Seneler evvel kaybolan çocuğu Müge Anlı’ya ailesini aramaya çıkınca gelip çocuğun ağzını burnunu hayvan pazarından davar alır gibi hakimiyet eden baba,
Aydın’da yaşayıp oğullarına Ağrı’dan başlık parasıyla kız alma taahhüdüyle 50 bin lira dolandırılan aileler,
Daha neler neler…”
”Bir Çam ailesi var mesela, onları dünyanın en iyi 3 üniversitesinden seçilen bir takım tahlilli. Amerika’da olsa filmleri, dokümansalları, American Horror Story Çam Family diye dizi sezonları çekilir haklarında. Eşi eşi çok az olan, travmatik, mide bulandırıcı, hastalıklı bir sapık aile vakası.
”İşim gereği kent mekanı, cemiyet, kentleşme gibi içinden çıkılmaz mevzuların içindeyim. Dürüstlükle söylüyorum ki çoğunuzun İstanbul’dan kaçıp gitmek istediği ufak yerlerin %95’inden nefret ederim. Talebeyken teknik geziye diye bulunmaktan dahi hiç beğenmezdim. Zira -bu dediğimin üzerine düşünün- en kalabalık metropolün en kalabalık noktasında, ufak yerde olduğunuzdan daha fazla güvendesiniz farkında olmasanız da.
Yazacaklarım için neden böyle dolambaçlı bir yol izledim? Zira herkes “inanamıyorum/nasıl olur/nasıl yapar/nasıl söyler” demeden azıcık düşünsün istiyorum.
Bu dünyada ayakta kalmak hiç kolay değil, lütfen naifliğinizi tamamen vazgeçmeseniz de bir gömlek gibi katlayıp kenara koyun, her gün değil ara gizeme üstünüze geçirin.”
”Belirttiğim gibi ben ne kasabaları, ne de köyleri belirli başlı lokasyonlarda, hatta belirli başlı topluluklara ait olmadıkları vakitçe hiç hoşlanmam. Zira kasaba dediğimiz yer, şehirle köyün arasında bir yerlerde, ekonomisinin çoğu manevi, işi az, kadın istihdamı yerlerde, özellikle bizimki gibi mazoşist tutucu, başka bir deyişle kendi yaratmadığı bir kültürü devşirerek acı veren bir tutuculuk içinde kalmış cemiyetlerde hasetliğin, rivayetin, fitneciliğin gırla gittiği, çok fazla boş zamandan kalan enerjinin bir Alman kasabası gibi hobilerle sporla atılamadığı için sapıklığa dönüştüğü, cinsel gerilimin akşamları yakılan sobalardan çıkan is kokusu gibi havada öylece durduğu bir gayya kuyusudur.
Hiçbir parasal teminatı olmayan, tek umudu bir markette minimum fiyatla iş bulması için dualar ettiği oğlu olan bir kadın, oğlunun kızını taciz etmesine hatta tecavüze kadar gitmesine kaya gibi bir sükunetle göz yumabilir, zira ileride yatalak olunca el evine giden kızı değil oğlunun getirdiği gelin bakacaktır ona.
”Dejenere şehirlilerin 3 saniyeden fazla göz göze gelmekten sıkıntılılık dinleyecekleri yabancı kadınlara uzun uzun, hiçbir mimikleri kıpırdamaksızın, ağızları yarı sarih bakabilirler, bundan rahatsızlık dinlemezler. Büyük şehrin sosyal kaidelerinin ehlileştiriciliğinden uzak oldukları için çekinceleri pek yoktur. Her an “cıs” olabileceklerini düşünmediklerinden tutumlarının neticesini pek düşünmezler. Entry’nin Manas Destanı’na evrilmemesi için söylemek istediklerimin kalanını söylemek ismine lafı Şükrü Erbaş’a vazgeçiyorum, lütfen şiirin adına takılmadan okuyun:
Bu kısma yalnızca şunu eklemek istiyorum, bazen insanlar kendi maruz kaldıkları pislikler ortaya çıkmasın diye pisliği yapanı korunabilirler; zira tacize uğramak taciz etmekten, tecavüze uğramak tecavüz etmekten, dayak yemek başka bir deyişle dayağı hak etmek dayak atmaktan daha makûs görünür, nezaketi içinden üretmeyip dev bir hap gibi dışarıdan alıp yutmaya çalışırken boğazına takılan cemiyetlerde. Bir defa tacize uğrayan birey korunup gözleneceği yerde kamusal bir tecavüz nesnesine dönüşebilir.
bkz: tecavüze uğrayan kıza eniştenin de tecavüz etmesi Himmet’i vefatına korunan semtliye bir de bu gözle bakmanızı öneri ederim.”
‘Buraya kadar okuyanların hipotez edeceği üzere bu vaka beni sizi ettiği kadar şok etmese de tüm günümün içine sıçtı, 2 ayrı müessesedeki işlerime de dikkatimi veremedim, arkamdan kadın salak galiba demişlerdir. Sabahtan beri bir sütlü kahve bir muzla duruyorum, içim yeme içme almadı, ama Himmet isimli sapık, Irmak’a tecavüz edip öldürdükten, cesedini bir çöp konteynırının içine vazgeçtikten sonra bakkala uğrayıp sucuk alıp pişirmiş ve yemiş. Sanıyorum yazdıklarım azıcık daha anlamlanmıştır.
Yeri gelmişken, bu “Kadınlar şöyle şöyle, o surattan blablabla” diye kendi hakaretlerini, kendisinin ya da başka bir erkeğin yaptığı tacizi, kaba tavırlarını aklamaya çalışmak size de hep okuduğunuz bir yerden, mesela bir web sitesinden tanıdık geliyor mu?”
”28 yaşındaki fazla naçar ve babasından dayak yiyen annesi, dedesi yaşındaki babası, babasının stüdyoya kazançken bu kış günü çorap üstü sandalet giymesi, muhtacın yoksula ettiğini kimsenin edemeyeceğini kanıtlarcasına gariban aileye yüklenen semtli, yazları Irmak’ın ayağında çıkan ve yürümesine mani olan yaralar, doğru dürüst bir resminin dahi olmaması, olanlardan da önemsememesinin, garibanlığının bir çift göz olup sanki dolaysız bize bakması, o sapık tarafından kaçırılırken son lafının “anne” olması… Çileli kısacık ömrünün usumuzun alamayacağı acılar içinde son bulması, az evvel bağda bulunan kundurası… Gitmiyor gözümün önünden.”
”Suriyeli muhacirler durmadan ürüyor, insanlar bunu tenkit etince başka insanlar “ama savaştan sonra var olma psikolojisi”, “sana mı soracaklar” gibi argümanlarla tenkit etenlere kızıyor, insanlar birbiriyle ağız dalaşına girerken her gün 3 yaşını belki de doldurmayan Suriyeli nice bebek caddeye düşüyor, bir metrobüsten diğerini sıçrıyor. Bu çocuklarla alakalı ilk evhamım ne ileride birer kabahat makinasına dönecekleri, ne de toplu taşımada verdikleri rahatsızlık. İlk evhamım caddelerde her gün uğradıkları saklı tacizler. Mendil, ıvır zıvır satmaya çalışırken kimler bu çocukların nerelerine elliyor, kuytularda tesadüfünce nelere maruz kalıyorlar düşünmek dahi istemiyorum ama ben düşünmeyince makûsluk yok olmuyor.”